Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından bir basın açıklaması yapıldı.
Bugün (2 Eylül 2023) Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yönetim Kurulu tarafından yapılan açıklamada aşağıdaki bilgilere yer verildi.
I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Irak Türkleri, büyük bir zulmün ortasında kaldı. Irak’ın gerek krallık gerekse cumhuriyet dönemlerinde Türkmenler, ardı arkası kesilmeyen işkencelere maruz bırakıldı. Zincirleme yaşanan katliamlar, idamlar, sürgünler, arazi gaspları,
asimilasyon politikaları günümüze kadar hız kesmeyerek Türkmenlere reva görüldü.
Kimi zaman hükümet kimi zamansa ekmeğimizi bölüştüğümüz; komşu hatta kardeş bildiğimiz Irak halkları tarafından mezalimler yapıldı. Otuz beş yıl süren Saddam’ın dikta rejiminde Türkmenlere yapılan soykırım ve çöküntüleri dile getirmeye ise ciltler yetmez.
Dikta rejiminin 2003 yılında devrilmesinin ardından Türkmenler, ilk darbeyi Irak Anayasasıyla yedi. Akabinde, yasaya güvenerek ABD güçlerini arkasına alan KDP ve KYP peşmergeleri, başta Kerkük olmak üzere tüm Türkmen bölgelerine karşı silahlı saldırıya geçti.
ABD işgalinin ardından, 2003 - 2017 yılları arasında, Kerkük’te, valilik makamı, şovenist Kürtlerin hâkimiyetine girdi. Özellikle sabık Kerkük Valisi Necmettin Kerim döneminde Türkmenlere karşı gerçekleştirilen ev baskınlarını, insan kaçırma olaylarını, Türkmen liderlerine ve şahsiyetlerine karşı gerçekleştirilen suikastları, faali meçhul cinayetleri, göçe zorlama politikalarını ve daha onlarca insanlık dışı uygulamaları hala nutmadık!
KDP ve KYP hükmü boyunca Türkmenlerin uğradığı acımasız politikalarının yanında
Kerkük’ün demografik yapısı da suni yollarla değiştirilmeye çalışıldı. 2003 yılında 850.000
olan Kerkük’ün nüfusu, 2017 yılına kadar 1.800.000’e vardı. Kerkük’ün nüfusundaki bu artışı doğal olmamakla beraber özellikle Irak’ın kuzeyinden gelen toplu göçlerin bir tezahürü olarak
14 yılda iki katını geçti. Birkaç yıl içinde, Kerkük’ün sayıları bir milyonu geçen davetsiz
misafirleri, sistematik bir şekilde kayıtları yok edilen arsalara yerleştirilirken Kerkük’ün 1000
yıllık demografik yapısı yerle bir edilerek, kamuoyuna Kerkük’ün asıl sahipleri kendileriymiş
imajı verilmeye çalışıldı.
KDP ve peşmergeleri, işi daha ileriye götürerek Eylül 2017’de, Kerkük’ü de içine
alacak şekilde tasarlanan bir bağımsızlık girişiminde bulundu. Bu akıl almaz isteklerine ise en
büyük destekçileri ABD de dâhil olmak üzere neredeyse tüm dünya karşı çıktı. Başarısızlıkla
sonuçlanan referandum girişiminin ardından ise peşmerge, 16 Ekim 2017 tarihinde, Irak
ordusu ile Haşi Şabi’nin askeri harekâtı ve Türkmenlerin sarsılmaz duruşuyla çil yavrusu gibi
arkasına bakmadan Kerkük’ten kaçtı.
Her şeyin aslına rücu ettiği gibi Kerkük’ün demografik yapısı da bu dönüm noktasıyla
aslına dönmeye başlamış; şehre göç eden yüz binler, 16 Ekim 2017 günü, peşmergenin
peşinden şehirden kaçarlarken araç kuyrukları kilometreleri bulmuştur. Bu kaçış sonrası ise
Kerkük, 2003’ten beri ilk kez istikrara kavuşmuştur.
Bugüne geldiğimizde ise üzülerek şunu görmekteyiz ki bu ehveni şer sükunet bile biz
Türkmenlere çok görülmekte. Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı
Hakan Fidan’ın hem merkezi hükümetle hem Irak’ın kuzey yönetimiyle hem de Türkmen
siyasilerle bir araya geldiği ziyaretinin hemen ardından, Irak Başbakanı Muhammed Şiya esSudani’nin ani kararıyla Kerkük’te, 33 karakol karargâhının KDP peşmergelerine teslim
edileceği duyuruldu.
Söz konusu bu karar, Bağdat parlamentosunda gündeme alınmadan önce, Sünni ve Şii
Araplar ile Kürt partileri arasında, Kerkük’ün asıl sahibi Türkmenler saf dışı bırakılarak
alınmıştır. Gizli kapılar ardına alınan bu karar, aniden mecliste oylamaya sunulmuş;
meclisteki tek Türkmen milletvekili Erşat Salihi’nin itirazları ve Kerkük konusunda
Türkmensiz herhangi bir kararın alınmasının kaosa yol açacağı uyarılarına rağmen onaylanmıştır.
Kerkük’ün kaderi ne KDP ve KYP gibi Kürt partilerine ne de Sünni ya da Şii
Arapların keyfi kararlarına bırakılmamalıdır. Kerkük için, Türkmenler olmadan alınacak her
karar, batıldır ve geçersizdir.
Şimdi, bazı gerçeklerin altını çizmek gerek. Öncelikle, biz Türkmenlerce merak edilen
ilk husus, söz konusu gelişmelerin ardından, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın beklenen Irak ziyaretinde Kerkük’te yaşanması muhtemel kaosu önlemek
için merkezi hükümetin nasıl bir girişimde bulunacağı konusudur. Nitekim 6 yıldır gözle
görülür biçimde süren istikrar ve sükûnetin ardından yaşanan bu gelişme, Kerkük’te kargaşa
ve cinayetlerin tekrardan başlayacağı anlamına gelmektedir.
Dernek olarak, Aralık 2012’de, yine aynı bu kürsüden yaptığımız bir basın
toplantısında şunları söylemiştik: “Barışın ve huzurun sağlanması için, tarihin de kendisine
yüklemiş olduğu misyonla, Türkiye’den arabuluculuk çabalarını artırmasını ve kötü
senaryoları da göz önünde bulundurarak, olası bir çatışmada, Türkmenlerin zarar görmemesi
için, garantörlük görevini üstlenmesini talep ediyoruz."
Bugün de aynı talebi tekrarlıyoruz. Aksi takdirde, çok açıktır ki, bölgede eşi benzeri
görülmemiş bir kargaşa hakim olacaktır. Bölgeyle alakası olmayan devletler, Türkmenlerin ve
dolayısıyla Türklerin kaderiyle oynayacaklardır. Unutulmamalıdır ki Kerkük’ten vazgeçmek,
yalnızca Türkmeneli’den değil Kıbrıs’tan da vazgeçmektir. Şuşa’dan, Karabağ’dan da
vazgeçmektir!
Etnik yapısı tümüyle zedelenmiş ve son bir darbe vurulmaya çalışılan Kerkük meselesi, çoktan beridir bölgesel bir sorun olmaktan ziyadesiyle uzaktır. Burada yaşayan
halkın selameti ve açıkça Türkmenleri ortadan kaldırma politikasına dönüşen bu fiillerin son
bulması için dünya kamuoyunu, Bileşmiş Milletleri, Avrupa Birliği’ni ve tüm insan hakları
örgütlerini Kerkük meselesiyle ilgilenmeye davet ediyoruz.
Onlardan da önce soydaşlarımızın, Türk dünyasının, Türk Devletleri Teşkilatının
üzerine düşen en büyük ve en önemli görevlerden biri, Kerkük meselesine ciddi bir şekilde
eğilmeleridir. Bu sebeple çağrımız önce yüce Türk devletlerinedir. 1959’da, 1980’de,
1991’de, 1996’da, 2003’te, aynı zihniyetin Türkmenlere yaşattığı gaspların yaşanmaması için
çağrımıza kulak verilmesi, en büyük önceliğimiz ve temennimizdir.
Değerli basın mensuplarına ve dostlarımıza bu hassas konuda bizi yalnız bırakmadığınız için
hepinize teşekkür ederiz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur."
e-ha